ÖZ
Biyolojik ve kimyasal ajanlar, toplum sağlığı için oluşturdukları tehdit bu ajanların keşfinden itibaren bilinmesine, eski tarihlerden bu yana savaş aracı olarak kullanılagelmelerine karşın, tıp çevrelerinin ve kamuoyunun ilgisini çekmeleri 11 Eylül 2001 olaylarından sonra olmuştur. Kimi otoritelerce, terörist yapılanmalarla düzenli ordular arasında bir 3. Dünya Savaşı yaşamakta olduğumuzun iddia edildiği günümüzde biyolojik ve kimyasal ajanların terörist faaliyetlerde kullanılması hep korkulan ancak mutlaka gerçekleşecek olan bir olasılıktır. Nitekim 1995 yılında Tokyo metrosunda bir tarikatın militanlarının sarin gazı ile gerçekleştirdiği saldırıdan sonra 2001 sonbaharında Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde şarbon sporu taşıyan mektuplarla yapılan saldırılar kaçınılmaz olanın ilk habercileri sayılabilir. Biyolojik-kimyasal zararlı maddelerle temas, her ne kadar terörizm sayesinde popüler hale gelmişse de, insanoğlunun endüstriyel faaliyetlerinin bir sonucu olarak sürekli yaşanmaktadır. Örneğin; Hindistan’ın Bhopal kentinde 1984 yılında bir fabrikadan sızan toksik gazlar 150.000 kişiyi etkilemiş ve 2500’ünün ölümüne neden olmuştur. Sadece ABD’de 1980’li yıllarda büyüklük ve toksisite açısından toplamda Bhopal kazasından daha büyük 15 zehirli gaz sızıntısı meydana gelmiştir. Tüm bu veriler, modern yaşantının istenmeyen bir etkisi diyebileceğimiz biyolojik ve kimyasal kaza veya saldırılara karşı hazırlıklı olunması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu hazırlıkta en büyük sorumluluk sağlık otoriteleri ve sağlık kuruluşlarına (hastaneler, gezici veya yerleşik acil servis birimlerine) ve sağlık çalışanlarına düşmektedir.
Bu yazıda biyolojik ve kimyasal kaza veya saldırı durumunda sağlık kuruluşlarında yapılması gerekenler anlatılacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder