ÖZ
Yaşamın kökenine dair asırlardan bu yana ortaya atılan teoriler ve fikirler çeşitlenerek devamlılığını sürdürmektedir. Bu soruya bilimsel olarak ilk bütünlüklü cevabın, 1924 yılında Sovyet bilim insanı Aleksandr İvanoviç Oparin tarafından verilmesini izleyen süreçte deneysel çalışmalar, yaşamın doğadaki maddelerin çeşitli değişim süreçlerinden geçerek belli bir diziliş ve hareket biçimi kazanması ile ortaya çıktığını göstermiştir. Bu teori, diyalektik materyalist bir yöntem ile maddenin sürekli hareketi ve değişimi olgusu üzerine kuruludur. Canlı ile cansız doğa arasındaki farkların incelenmesi yaşamın kökenine dair araştırmaların ele aldığı ilk konudur. Maddeler, organik (canlıların vücudunda bulunan karbon içerikli maddeler) ve inorganik (mineral içerikli olan doğada çokça bulunan maddeler) olarak sınıflandırılmıştır. Organik kimyadaki gelişmeler ile canlı vücudunda yer alan maddelerin laboratuvar ortamında sentezlenmesi mümkün olmuştur ve yaşamın kökenine dair ortaya atılan, inorganik maddeden organik maddeye geçiş ile başlayan evre deneysel olarak gözlemlenebilmiştir. Oluşan maddelerin sulu çözeltilerdeki davranışlarının ve birbirleri ile olan ilişkilerinin incelenebilmesi, moleküler evrimin nasıl bir yol izlemiş olabileceğinin ipuçlarını vermiştir. Canlılığa, nesnel ve rastlantısal koşullara bağlı olarak, belli bir tarihsel kesitte kimyasal bileşimlerin oluşması ve evriminin sebep olduğu düşünülerek yaşamın kökenine dair abiyogenez teorisi oluşturulmuştur. Tek bir makaleye sığdırmanın oldukça güç olduğu, sayısız araştırmanın konusu olan, yaşamın kökenine dair ilk deneysel verilere kadar olan süreç bu makalenin konusudur.
0 yorum:
Yorum Gönder